Allah Kerim (1950) Yapım Sürecinde İlginç Detaylar
ALLAH KERİM (1950) FİLM DEĞİNİSİ

Allah Kerim (1950), çekildiği dönemden yönetmenine, müziklerinden uyarladığı esere ve işlediği konuya kadar pek çok yönüyle tarihimizin önemli dönemeçlerine ışık tutan kıymetli bir yapımdır.
Filmde anlatılan II. Abdülhamid dönemi ile filmin çekildiği 1950’li yıllar arasında dikkat çekici paralellikler göze çarpar. Toplumun sansür, gözetim ve sadakat ekseninde denetlendiği bu iki dönem de; muhalif düşüncenin bastırılması, bazı aydınların sürgün edilmesi ya da yurttaşlıktan çıkarılması gibi baskı mekanizmalarıyla belirgin biçimde benzeşir.
Öte yandan, yönetmen Yuvakim Filmeridis’in Türk sinemasında azınlık temsili açısından özel bir yerde durması; müzikleri besteleyen Sadettin Kaynak’ın, dönemin Türkçe ezan okuyan sanatçıları arasında yer alması gibi detaylar filmi daha da anlamlı kılar. Filmde geniş planda detaylıca işlenen Çerkez düğünü sahnesi ise, etnik motifleriyle yalnızca kültürel çeşitliliği değil, savaş sonrası Anadolu’ya yaşanan büyük göçleri de yansıtarak adeta belgesel bir değer taşır.
Ayrıca senaryonun Milli Mücadele dönemi yazarı Aka Gündüz’ün eserlerinden uyarlanmış olması karakterlerin milli birlik duygusunu taşıdığını; çağın sorunlarına duyarlı, idealist bir bakış açısını temsil ettiğinin mesajını verir.
Dönemin Sınırlarının Ötesine Geçen Karakter
Filmin konusu; II. Abdülhamid döneminde geçer ve birbirine aşık olan Kerim ile Ayşesin’in, baskıcı siyasi atmosfer ve kişisel hırsların gölgesinde, yozlaşmış düzeni temsil eden zaptiye subayı Fettah tarafından çeşitli entrikalarla ayrılığa zorlanmasını anlatır.
Karakter derinliklerine bakıldığında, Kerim padişah karşıtı ideallere sahip genç bir figür olarak karşımıza çıkar. Hafiyeler tarafından şüpheli listesine alınır; padişaha suikast düzenlediği suçlamasıyla haksız yere sürgüne gönderilir. Ancak Kerim, tüm bu süreç boyunca Ayşesin’e verdiği sözü unutmayan, sevdiği kadına duyduğu sadakatle insani bir derinlik kazanan bir karakterdir. Bu yapı, Aka Gündüz’ün eserlerinde sıkça karşılaşılan; sert, dirençli ama bir o kadar da duygusal ve onurlu erkek karakter tipinin sinemasal bir yansımasıdır.
Kerim’in karşısındaki düşman figür Fettah ise, hırs, kıskançlık ve iktidar tutkusu ile hareket eden, gücü sistematik olarak ele geçirmek isteyen bir figürdür. Osmanlı toplumunun son dönemindeki yozlaşma, adaletin yerini korkuya bırakması gibi yapısal çözülmeleri temsil eder.
İki erkek karakterin çatışması ilk bakışta bir iktidar mücadelesi gibi görünse de anlatının yönünü belirleyen esas karakter Ayşesin’dir. Silah taşıyan, karar alabilen ve iktidarın kurduğu tuzaklara direnen bu kadın figürü, dönemin kadın temsillerinin ötesine geçen güçlü bir karakter sunar. Anlatı boyunca, aşk, vicdan, iktidar ve adalet gibi temalar Kerim, Fettah ve Ayşesin arasındaki üçlü gerilim üzerinden katmanlı biçimde işlenir.
Fettah’ın hem Ayşesin’e duyduğu tutku hem de Kerim’e olan kini, onu Kerim’i jurnalleyip sürgüne göndermeye iter. Sürgün sürecinde Fettah, Ayşesin’i zorla evlenmeye zorlar; ancak Ayşesin bu baskıya boyun eğmez, sevdiği adam uğruna direnç gösterir. Filmin finaline doğru Fettah’ın kurduğu kumpas çöker ve Kerim’le Ayşesin’in yeniden bir araya gelme umudu doğar.
Ayşesin’in karakter yapısı, dönemin İttihat ve Terakki anlayışını da yansıtır. Bu perspektifte kadın; hem ahlaki düzenin bekçisi hem de modernleşmenin taşıyıcısı olarak konumlandırılır. Ayşesin, yalnızca ev içinde değil, toplumsal yaşamda da sorumluluk alan, geleceği şekillendiren bir kadın olarak resmedilir.
Filmde Ayşesin ve Kerim’in, geleneksel değerlerin simgesi olan babaevinde; hayatta olmayan annesinin hatırasını yaşatmak için onun okuduğu Kur’an’ın önünde dua ederek ve Tanrı huzurunda birbirlerine söz vermeleri, modernleşme arzusu ile geleneksel değerler arasında kurulan ideolojik dengenin sinemasal bir ifadesidir.
Döngünün Eşiklerinde Ruhsal Kırılmalar ve Dönüşümler
Filmde gerçek zamanlı bir anlatı tercih edilmiştir. Anlatıcı tarafsız bir konumda bırakılır ve üçüncü kişi bakış açısıyla, olaylar doğrusal bir şekilde ilerler. Yapı olarak melodram ögelerle şekillenen aşk-engel-mücadele-kurtuluş döngüsüne sahiptir. Ancak bu döngünün eşiklerinde karakterlerin yaşadığı ruhsal kırılmalar bir söz öbeğiyle ima edilir. Filmde konunun zirveye ulaştığı geçiş sahnelerinde son sözün ”Allah Kerim” denerek ekranın kararması, seyirciye karakterlerin başına gelen her felaketin ardından sığındığı dayanma biçimini arka planda hissettirir. Çünkü o sözle başlayan sahneler, çoğu zaman gerçekle değil, umutla biter.
Yönetmen Yuvakim Filmeridis, gölge ve ışık kullanımıyla duygusal gerilimi ve toplumsal baskı atmosferini etkileyici bir şekilde vurgular. Kamera açıları çoğunlukla sabit ve tiyatraldır; özellikle saray, hapishane ve gizli toplantı odalarında geçen diyaloglarda karakterlerin içsel çatışmaları ön plana çıkar. Buna karşılık, dış mekânlarda Ayşesin ile Kerim’in ava çıktığı, kumpaslardan kaçtığı ya da plan bozduğu sahnelerde kamera daha hareketli ve özgür bir dil kullanır. Bu hareketlilik, karakterlerin doğa ile bütünleşen, denetim dışı ve özgür ruhlu yönlerine işaret eder. Filmin sembolik öğeleri arasında silahlar ve atlar öne çıkar; erkek egemenliğine göndermede bulunurken; Ayşesin karakterinin, düşmanı Fettah’ın planını altüst ettiği sahnelerde, atına binip silahlanarak tereddüt etmeden eyleme geçmesi, kararlı ve güçlü iradeli kişiliğini ortaya koyar. Aka Gündüz ve diğer Milli Mücadele yazarlarında görüldüğü gibi ‘’kadınla birlikte harekete geçilen’’ mücadele fiziksel, fikri, duygusal düzlemde bu filmde karşılığını bulur. Ayşesin ve Kerim arasında ki bağ bu idealize edilen ilişkiyi yansıtır. Öyle ki filmin başında kız ve erkek çocuğunun neşeyle birlikte oynadığı oyuncaklar Kerim’in sürgüne gönderildiği haberinden sonra paramparça edilmesi, bu birlikteliğin onları bekleyen sınavı sembolize eder.
Kadınların konumu, zorla evlilikler, jurnalciliğin yaygınlaşması gibi temalar dönemi sorgulayan çıplak anlatılarla sunulur. II.Abdülhamid’in perde arkasından Ayşesin’i sorgulaması, filmde görünmez iktidarın en belirgin sahnesidir. Kamera, padişahı doğrudan göstermek yerine gölgeler ve çerçeve dışı seslerle var eder; böylece otorite, perde gerisinden hükmeden, her an izleyen ama asla tam görünmeyen bir güç olarak kurulur. Bu tercih, baskının fiziksel değil, psikolojik ve simgesel bir düzeyde işlediğini vurgular. Ancak onun görünmezliği, mutlak bir güçten çok, kırılgan bir kontrol ihtiyacının temsilidir.
“Allah Kerim” sözü, sadece halkın başvurduğu bir tevekkül değil; devletin de kırılgan stratejisini örten psikolojik bir örtüdür. Film bu anlamda, sadece bireyin değil, sistemin de inanç ve çaresizlik arasında nasıl salındığını gösterir.
Yapım Sürecinde İlginç Detaylar
Filmin tarihsel bağlamı ve anlatısal derinliği kadar, yapım sürecine dair detaylar da dikkat çekicidir. Özellikle kısıtlı kaynaklara rağmen ortaya çıkan bir röportaj, Allah Kerim filminin dönemin sinema dünyasında nasıl bir yerde durduğunu gösterir. Yapımcı Hürrem Erman, 1986 yılında Prof. Sami Şekeroğlu’nun hazırladığı Türk Sinema Tarihi belgeselinde, filmin çekim aşamalarını ve dönemin sinema reklamcılığına dair deneyimlerini samimi bir dille anlatır:
” Aka Gündüz’ün Allah Kerim isimli bir eserini yaptık. Yuvenis kameraman, Yıldız Sarayında hakiki Sultan Abdülhamid’in masalarında çekilmek üzere yine Vedat Örfi Bengü oynamak üzere rejisörlüğünü Semih Evin yapmıştı, Atıf Yılmaz’da 250 lira ile ilk asistanlığına orada başlamış oldu…”
Atıf Yılmaz’ın da konuk olduğu aynı programda röportajında verdiği ifadeyle film hakkında merak uyandıran detayları ekler;
”Allah Kerim, ilerdeki yönetmenliğim açısından büyük bir deney oldu benim için. Bir işin yanlışlarını ve doğrularını orada çok iyi öğrendim. Başta senaryo yazımı meselesi geldi Semih Evin dedi ki gel senle şu senaryoyu yazalım Cennet Bahçesine gittik bir kitap var elinde Aka Gündüz’ün Allah Kerim kitabı. Açtık kitabı önüne ayırdık kırmızı kalemle sağını solunu, akşam Hürrem Erman’a gitti ”Tamam abi senaryo hazır” dedi ulan dedim ne kolay işmiş bu böyle kendimi yoracak iş değil. Kalktık Adapazarı’na gittik müthiş bir otorite şeyi kurmaya başladı ki Semih Evin o sırada Hürrem Erman’ın yanında katiplik yapıyordu bir taraftan da patronu Semih’in…’’
Hürrem Erman röportajda onun ifadeleriyle Türk Sinema tarihinin ilk film reklam fikrini nasıl yaptıklarını anlatır;
”Kıyamet kadar negatif çekildi ve düşünün ki o zaman yaptığım yalnız reklamlar radyoya ilk defa reklam vermiştik daha sinema reklamı diye bir şey yok radyoda. Allah Kerim diye kese kağıtları yaptırdık üstünde resimlerle bu Allah Kerim kese kağıtlarını farz edelim kese kağıdının kilosu on liraysa biz beş liraya verdik bakkallara dağıttık ki reklam olsun diye.. Skeçler yaptık her lafın sonunda Allah Kerim diye geçiyor bu skeçler o zaman telli küçük teypler vardı o rahmetli Settar’da Osman Alyanak kahve kahve dolaşıp dağıttılar. Yukarıdan küçük pır pır teyyarelerle Allah Kerim diye küçücük kağıtlar attırdık üç tane deve süsledik her tarafına panolar asıp Allah Kerim filmini köprülerden tünellerden geçiyorlar yani ortalığı şaha kaldırdık… Maalesef büyük fiyasko oldu ticaret açısından… ”
Her ne kadar dönemin sinema reklamcılığı için devrim niteliğinde olan bu yaratıcı çabalar ticari anlamda beklenen başarıyı getirmese de, ‘Allah Kerim’ umuda dair bu cümle; yıllar sonra filmi izlerken içten bir direnişi hissetmemizi sağlayan bambaşka bir anlam kazanır.